Lütfen telefonunuzu dik konuma getiriniz.

Ana Bilim Dalı Hakkında Genel Bilgiler

Genel Bilgiler

Tıbbi Mikrobiyoloji yüksek lisans ve doktora programının amacı; Tıbbi Mikrobiyoloji ile ilgili ihtiyaç duyulan akademik ve sağlık hizmet alanlarında görev alabilecek öğrencilerin; Tıbbi Mikrobiyolojinin temel prensiplerini öğrenmelerinin yanısıra, mikrobiyoloji laboratuvarlarında çalışma deneyimlerini arttırmak, ileri laboratuvar tekniklerini öğretmek, mikroorganizmaların neden olabildikleri enfeksiyon hastalıklarının laboratuvar tanısı ve patogenezine yönelik bilgi düzeylerini multidisipliner bir anlayışla geliştirmek, aynı zamanda eğitim süreçleri sırasında öğrencilere, Tıbbi Mikrobiyoloji alanında evrensel etik ilkelere saygılı, ekip kavramını benimsemiş, çağdaş bilim ve teknolojiyi takip edebilen bir araştırmacı kimliği kazandırarak bilimsel gelişmelere katkı sunabilmelerine olanak sağlayarak alanı ile ilgili bilgi, beceri ve yetkinlikleri yaşam boyu öğrenme bilinciyle güncelleyip kendini kişisel ve mesleki olarak geliştirebilen yüksek lisans düzeyinde bilim insanları yetiştirmektir.


Tarihçemiz

Enfeksiyon hastalıkları eski uygarlık dönemlerinden beri insanların ilgisini çekmiştir. Eski Mısırlılar leprayı, trahomu, dizanteriyi, bel soğukluğunu, Eski Çinliler çiçeği, Hintliler kolerayı tanıyorlardı. Tıbbın kurucusu olarak kabul edilen Hipokrat (MÖ. 460-377) topraktan çıkan kötü havanın hastalıklara neden olduğunu (Miasma teorisi) bildirmiştir. Zekeriya el Razi (M.S.900), yazdığı eserlerinde çicek ve kızamık hastalıklarını tanımlamış ve bulaşıcı hastalıkları fermantasyona benzetmiştir. İbni Sina (MS.980-1038), hastalıkları gözle görülemeyecek kadar küçük bazı etkenlerin yaptığını ve korunmada temizliğin esas olduğunu kabul etmiştir.

Rönesans Döneminde (1453-1600), bilim adamlarına verilen cezalar sona erince, hastalıkların nedenleri olarak gösterilen ilahi ve insanüstü kuvvetlere inanılmasına karşı çıkılmaya başlandı. Deneylere, gözlemlere ve araştırmalara önem verildi. Fracastorius (1478-1553), bu dönemde gözle görülmeyen canlıların hastalıklara neden olduğunu ve hastalıkları direkt temas ile sağlamlara bulaştırdığını bildirmiştir (germ teorisi). 

Mikroskop gelişimi, Roger Bacon (1210-1290) ile başlamış, 400 yıllık bir süreç sonunda Hollandalı bir tüccar ve amatör bir mercek yapımcısı olan Antony van Leeuwenhoek’ un (1632-1723) tasarladığı, 200 defa büyüten ilk basit mikroskop ile mikro dünyanın kapılarının açılmasını sağlamıştır. Bu nedenle Leeuwenhoek modern mikrobiyolojinin kurucusu olarak kabul edilmiştir. Ernst Abbe kondansatörü yapmış, Abbe ve Zeiss apokromatik mercek sistemini bulmuş, Flouresans mikroskobu ve faz kontrast yöntemlerinin geliştirilmesinin ardından Max Knoll ve Ernst Ruska elektron mikroskopu yapmışlardır (1933).

Louis Pasteur (1822-1895) çalışmaları ile mikrobiyolojinin bir bilim olarak gelişmesi başlamıştır. Fermentasyonda mikroorganizmaların rolünü tanımlamış, şarbon ve kuduz aşılarını yaparak koruyuculuğunu göstermiştir. Kendi adıyla anılan pastörizasyonun esasını kurmuştur. Joseph Lister (1827-1912) çalışmalarında cerrahide antiseptiklerin ve antisepsinin önemini göstermiştir. Robert Koch (1843-1910) kendi adıyla anılan “Koch postulatı” kurallarını saptamış, hastalık ve etken arasındaki ilişkiyi göstermiştir. Tüberküloz etkeni Mycobacterium tuberculosis’ i ve kolera etkeni Vibrio cholerae’ yı izole etmiştir.

19. Yüzyılın ikinci yarısında bakteri filtrelerinden geçen küçük partiküllerin varlığı ileri sürülmüş, tütün mozaik hastalığına neden olan etkenin virus olduğu Ivanovski tarafından 1892 yılında gösterilmiştir.

Antimikrobiyal kemoterapi önce sulfonamid, ardından Alexander Fleming’ in (1881-1955) Penicillin keşfi ile başlar. Halen yeni antimikrobiyal maddeler bulunmaya devam etmektedir.

Bağışıklama alanındaki ilk adımı, Edward Jenner (1749-1823)’ ın çiçek aşısı ile attığı söylenmekle beraber, Lady Mary Wortley Montagu’ nun İngiliz Flying Post gazetesinde yer alan makalesinde çiçek aşısının İstanbul’ da 1714 yılında kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Sanger’ in 1977’ de DNA sekans yöntemi, Karry Mulis’ in 1988’ de polimeraz zincir reaksiyonu adı verilen DNA amplifikasyon yöntemi geliştirmesi ve mikrobiyoloji alanında kullanılması ile mikrobiyolojinin her alanında devam eden buluşları birbirini izlemiş ve nobel ödülüne layık görülmüştür.

Türkiye’ de Mikrobiyolojinin Kurulması

Yurdumuzda mikrobiyoloji alanındaki ilk çalışmalar aşı yapmakla başlamış ve buna da çiçek hastalığı ve aşı hazırlama çabaları önderlik etmiştir. Bu yöndeki aktiviteler, 1840 yılından sonra giderek gelişmiş ve çiçek aşısı hazırlanarak başarı ile kullanılmıştır.

Pasteur 'ün, Paris Tıp Akademisi'nde, 27 Ekim 1885'de verdiği "Isırıldıktan Sonra Kuduzdan Korunma" adlı bildiri dünyada büyük yankılar yaratmış ve aynı tebliğ 31 Ekim 1885'de İstanbul'da yayımlanmıştır. Sultan Abdülhamid, haberdar olur olmaz İstanbul’da bir Kuduz Hastanesi (Dârü’l-Kelb Tedavihanesi) açılması için harekete geçmiş ve hastane iki yıl içerisinde inşa edilmiştir. Kuduz üzerindeki çalışmaları yakından izlemek amacı ile, Sultan Abdülhamid tarafından, Tıbbiye Mektebi Dahiliye Muallimi Dr. Aleksander Zoeros Paşa başkanlığında, Veteriner Hekim Hüseyin Hüsnü ve Zooloji Muallimi Dr. Hüseyin Remzi Beyler 'den oluşan üç kişilik bir heyet, Pasteur 'ün yanına Fransa'ya gönderildi (1886). Bu heyetle birlikte, Padişah Abdulhamid, Pasteur 'e verilmek üzere, bir nişan ve laboratuvarına yardım için 1000 altın göndermiştir.

Paris 'de Pasteur 'ün yanında 6 ay kalan ve kuduz hastalığı aşısının hazırlanması ve kullanılması konularındaki tüm bilgileri öğrenen heyet, yurda döndükten sonra da bu hastalık üzerindeki "Daül-kelb Ameliyathanesi" nde kuduz aşısı yapımına başlamıştır (1887). Hüseyin Remzi Bey, 1888-1989’da Kuduz Aşısı adlı bir kitap yazarak Paris’de gördüklerini anlatmış, ve aşı hakkında ülkemizde ilk bilimsel bilgileri vermiştir.

Sultan Abdülhamid’in tababete olan alakası Pasteur’le sınırlı kalmamış, verem mikrobunu ve bir süre sonra da tüberkülini bulan Dr. Robert Koch’un da ilk kapısını çalanlar arasında Sultan’ın birinci rütbe Osmanlı nişanı ile gönderdiği Osmanlı doktorları yer almıştır.

Türkiye’ de ilk mikrobiyoloji alanındaki laboratuvarı olan “Bakteriyolojihane-i Şahane” 1893 yılında Pasteur Enstitüsünün uzmanlarından Dr. Maurice Nicolle tarafından kurulmuş ve önce “Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane”’ nin kimya laboratuvarında su analizleri yapılmaya başlanmıştır. Bakteriyolojihane-i şahane, 1901 yılına kadar, veteriner mikrobiyoloji, aşı üretimi, kuduz sağaltımı ile değişik sivil ve askeri sağlık hizmetleri içiçe geçmiş durumdadır.

Dr. Maurice Nicolle (1862-1920), İstanbul'da kaldığı 8 sene içinde, laboratuarları başarı ile yürütmüş, çok kıymetli çalışmalarda (sığır vebası, keçi ciğer ağrısı, şark çıbanı, P. aeruginosa'nın pigmenti, sığır babesiozu, pnömokok, vaksin virusu) bulunmuş ve ülkemizde mikrobiyolojinin yerleşmesi ve gelişmesinde büyük katkıları olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde bakteriyoloji ve viroloji çalışmaları hem insan hekimliği (Telkihhane-i Şahane, Daülkelb Ameliyathanesi, Bakteriyolojihane-i Şahane, Mekteb-i Tıbbıye-i Askeriye ve Mektebi Tıbbiye-i Mülkiye ve diğer laboratuvarlarda) ve hem de Veteriner Hekimliği alanında (Bakteriyolojihane-i Baytar'i, Baytar Mektebi Alisi, Askeri ve Sivil Baytar Mektepleri, Pendik Bakteriyoloji hanesi ve diğer müesseselerde) yürütülmüştür.

Fransız bir doktor Dr. Paul-Louis Simond (1858-1947) ise, Çemberlitaşta’ ki Bakteriyolojihane-i Osmani müdürlüğüne görevlendirildikten sonra difteri, dizanteri serumu, tüberkülin ve tifo aşısı üretimi, bakteriyolojik incelemeler, su bakteriyolojisi araştırmaları, hekimlere bakteriyoloji eğitimi alanında çalışmalarını sürdürmüştür.

Dr. M. Nicolle 'den başka, çalışmaları ve buluşları ile adları dünya literatürlerine geçmiş çok değerli meslektaşlarımızdan. Ahmet Refik Güran (1870-1963), Dr. M. Nicolle ile birlikte 7 sene gibi uzun bir süre çalışmış, mikrobiyoloji alanında birçok değerli çalışmalar yapmış ve yayınlamıştır.

Bakteriyoloji Müderrisi Refik (Güran) Bey

Buluşları da olan Dr. Refik Güran, yurdumuzda bakteriyolojinin kurulmasında, gelişmesinde, bakteriyoloji laboratuvar veya enstitülerinin açılmasında, bakteriyologların yetişmesinde çok büyük katkıları olmuş bir bilim adamımızdır.

Tıp Fakültesi Bakteriyoloji Laboratuvarı. (1930).

Başlangıçta, hayvan hastalıklarına karşı hazırlanan aşı ve serumlar ile insan hastalıklarını ilgilendiren biyolojik maddeler aynı bina içinde yapılırken, iş hacminin ve eleman miktarının artması üzerine laboratuvarlar birbirlerinden ayrılmak zorunda kalmıştır.

Adil Mustafa Şehzadebaşı (1871-1904), Rıza İsmail Sezginer (1884-1963) ve Ahmet Şefik Kolaylı da (1886-1976), mikrobiyolojinin gelişmesinde ve yerleşmesinde önemli katkıları olan, bakteriyoloji ve viroloji alanında araştırmalar ve yayınlar yapmış bilim adamlarından bazılarıdır.